Council Communist Collective’in Notu
Konsey komünizminin öldüğü önermesinden yola çıkan yazar, onun yeniden canlandırılıp canlandırılamayacağını ve canlandırılması gerekip gerekmediğini soruyor. Bu amaçla, işçi hareketinin örgütleri ve programları ile kapitalizm ve sınıf mücadelesindeki değişimler arasındaki ilişkiyi inceliyor. Mevcut küçük konsey komünist çevrelerin zayıflığı (özellikle de mevcut emperyalist savaş karşısında) ve İtalyan solundaki grupların teorik tutuculuğu ve sekter pratiklerinin her ikisi de işçi mücadelesinin zayıflığının tezahürleri olarak görülüyor. İşçi mücadelesinin şu anki zayıf düzeyinden yola çıkarak, programatik pozisyonlara dayalı örgütlü bir faaliyet için acil görevleri formüle ediyor. Diğer proleter enternasyonalist gruplarla tartışma ve işbirliği sırasında hem tarihin açıklığa kavuşturduğu hem de çözümü ancak proletaryanın 1917-1923’teki seviyesine eşit olduğunda, hatta onu aştığı zaman netleşecek olan sorunlarda görüş ayrılıkları kaçınılmaz olduğunu da.
Konsey Komünizmi ve Ortadan Kayboluşu
Konsey komünizmi, geniş anlamda, “Kommunistische Arbeiter Partei Deutschlands” (KAPD) kökenli bir siyasi eğilimdir. KAPD, 1920’deki kuruluşunda KPD’den daha fazla üye toplamıştı. Sayılarından daha önemli olarak KAPD, 1914’te Pannekoek tarafından emperyalizm dönemine uygun olarak öngörülen “yeni kitle örgütlenme taktikleri” ile devrim için mücadele etmeye devam etti. Bu “yeni taktikler” Rus, Alman ve Macar Devrimlerinde ortaya çıkan işçi konseyleri olarak ortaya çıktı. Bu konseyler Lenin tarafından burjuva devletini yıkmak için benimsendi ve böylece dünya çapında popülerlik kazandı. Ancak Bolşevikler iktidara geldikten sonra devlet-kapitalisti bir program benimseyerek Konseyleri devlete tabi kıldılar. CPR, devrimci prestijiyle Komünist Enternasyonal’i Rus dış politikasının çıkarları için kullandı. Lenin, Sol Komünizm üzerine broşüründe, Komintern’in karşıdevrimci çizgisini eleştiren KAPD’yi, Bordiga liderliğindeki İtalyan komünistlerini ve Büyük Britanya’daki Sol Komünistleri (Sylvia Pankhurst) kınadı.
Şu anda hiçbir örgüt kökenini KAPD-AAUD’de bulmamaktadır. Konsey komünizmi de teorik açıdan ölmüştür. En fazla, bireyler ve küçük gruplar mevcut pozisyonlarını KAPD’nin ardılları tarafından desteklenen sadece birkaç pozisyona dayandırmaktadır:
Otto Rühle, AAU-E parti karşıtı akım.
Essen akımı (Herman Gorter).
Jan Appel ve Uluslararası Komünistler Grubu’nun (GIC) içinden çıktığı Berlin akımı ve onun “Arbeiter-Union”ı. Anton Pannekoek ikincisini uzaktan desteklemişti. Bu eğilim İkinci Dünya Savaşında Communistenbond “Spartacus” olarak yeniden ortaya çıktı.
ABD’de, daha sonra Karl Korsch ile ilişkilendirilecek olan Paul Mattick, IWW içinde ajitasyon yapmıştı.
2000’li yıllardan bu yana ortaya çıkan birkaç grubun çoğu, yukarıda sıralanan dört akımın bazı pozisyonlarına başvurmuş ve kendilerini sadece kısa bir süre canlı tutabilmişlerdir. Bunun temel nedeni, sınıf mücadelesindeki rollerini oynayamadıklarını kanıtlamaları değil midir? Gerçek sınıf mücadelesini analiz etmekte ve enternasyonalist pozisyonlarını ortaya koymakta başarısız oldular. Otto Rühle’nin parti karşıtı pozisyonlarından esinlenenler, sınıf mücadelesine “müdahale etmeyi” açıkça reddetti. Yakın zamanda kurulan ve http://www.councilist.org web sitesindeki Council Communist Collective grubu için yazarın tavsiyesi hala geçerlidir: işçi sınıfı mücadelesindeki işlevinizi yerine getirin ya da proleter bilincin bir ifadesi olarak yok olun. Bu metnin yazarı (bu sayfalarda I-formuna izin verilmemektedir) tüm alçakgönüllülüğüyle bu gerçeği ifade etmektedir; kendisi yalnızca oldukça yalıtılmış bir birey olarak aktiftir, örgütlü değildir -ilke olarak olmasa da mevcut devrimcilerin aşırı dağınıklığı ve sekterliği ile karşı karşıya olduğundan.
Mevcut diğer gruplar ise sadece kısmen Alman-Hollanda Komünist Solu olarak adlandırdıkları şeye dayanmaktadır. Buna ek olarak, bu örgütler sıklıkla kendilerini İtalyan Komünist Solu’na dayandırmaktadır. İkincisi belli bir örgütsel süreklilik gösterseler de aynı zamanda parçalanmışlık ve görüş ayrılıkları da sergiliyorlar. Örgütsel ve teorik ölümün, sürekliliğin, parçalanmanın ve farklılaşmanın ne anlama gelebileceğini anlamak için bir adım geri atmakta fayda var.
İşçi Hareketindeki Kırılmalar
Marx’tan bir alıntıyı temel alarak, işçi hareketini kapitalizmin ve sınıf mücadelesinin gelişimiyle tetiklenen “gerçek hareket” olarak görüyoruz; bu hareket işçi sınıfının acil ve tarihsel çıkarlarının ifadesidir. Bu hareket tarihsel olarak süreklilik göstermemiş, kapitalizmdeki değişimler sonucunda örgütsel biçimlerinde ve programatik görüşlerinde önemli kırılmalar yaşamıştır. Marx ve Engels bunu Komünist Birlik, Birinci Enternasyonal ve İkinci Enternasyonal gibi örgütlere aktif katılımlarında yansıtmışlardır, daha sonra ilk iki örgütü dağıtmışlardı. Anton Pannekoek yaşamı boyunca bu kopuşlardan birkaçını deneyimledi. İkinci ve Üçüncü Enternasyonal’den koptu ve -diğer devrimcilerden daha fazla- çok sayıda analizinde, bu örgütlerin ortaya çıkışı ve çöküşlerinin ilişkili olduğu sınıf mücadelesindeki değişimler üzerine kafa yordu:
Birinci Dünya Savaşı’nda İkinci Enternasyonal’den Üçüncü Enternasyonal’e. Anton Pannekoek’un The New Review’daki 1914-1916’da üç makalesi.
İkinci Dünya Savaşı’nda İşçi Konseyleri’nde. 1945 Yeni Partinin Görevi ve Özellikleri, belli bir büyüklükteki son konsey komünist örgütü Communistenbond “Spartacus”un son programıydı.
Konsey komünizminin bugünkü ve gelecekteki işçi hareketi için önemini anlamak için İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki döneme odaklanıyoruz. Gerçekten de bu dönem, tıpkı İtalyan solunun o dönemde parçalanması ve görüşlerinin teorik tutuculuk belirtileri göstermeye başlaması gibi, örgütlü konsey komünizminin ortadan kaybolduğu dönemdir. Bu neden oldu?
İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda ya da ardından devrimci işçi mücadelesinin yeniden canlanacağı beklentisi gerçekleşemedi. Tarihin gündeminde proleter bir devrim yoktu. İkinci Dünya Savaşı’nda Sol Komünist gruplar Birinci Dünya Savaşı’ndaki devrimci pozisyonlarına, özellikle de proleter enternasyonalizmine bağlı kalmış, kapitalist Rusya da dahil olmak üzere tüm emperyalizmleri desteklemeyi reddetmiş ve savaşı sona erdirmek için tüm ulusal sermayelere karşı işçi mücadelesi alternatifini öne çıkarmışlardı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, bu gruplar enternasyonalist pozisyonlarını ve 20. yüzyılın başındaki devrimlerden ve bunu takip eden uluslararası karşı-devrimden çıkardıkları özel dersleri korumak zorundaydılar. Ve aynı zamanda, daha düşük bir düzeyde de olsa proleter mücadelede var olmaya devam etmek için güncelliği analiz etmek zorundaydılar.
Kısa bir genel bakış. İkinci Dünya Savaşı’nı, bir istikrarsızlık döneminin ardından, Avrupa ve Kuzey Amerika dışındaki ulusal “kurtuluş” savaşları yoluyla Rus ve Amerikan emperyalist blokları arasındaki soğuk savaşın yaşandığı bir yeniden yapılanma dönemi takip etti. 1960lar’da ve 1970ler’de Batı ülkelerinde radikal işçi mücadelelerinin sınırlı bir dirilişi yaşandı ve sermaye (sosyal) ücrete yönelik “neoliberal” saldırılar ve diğerlerinin yanı sıra sanayinin Asya’ya taşınması yoluyla buna son verdi. Bu sonuncusu, Doğu Bloğu’nun çöküşünden sonra Çin’in yabancı sermayeye açılmasıyla mümkün oldu. 2020ler’de, Covid karantinalarını, çevresel felaketleri ve ABD ile Çin arasında büyük ölçekli bir çatışmaya hazırlık olarak Rusya-Ukrayna savaşını gördük.
İtalyan soluna dayanan mevcut gruplar, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana kapitalizmde ve sınıf mücadelesinde meydana gelen değişiklikleri analiz etmişlerdir. Bu analizler kuşkusuz birbirinden farklı ve yer yer birbirleriyle ve hatta gerçeklikle çelişiyorlar (özellikle de Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana kapitalizmin gerilemesine ilişkin çeşitli teoriler). Ancak en azından en etkili gruplar (ICT, ICC, Floransa, Milano ICP’leri ve “le prolétaire”) Ukrayna’daki savaşı emperyalistler arası bir savaş olarak kabul edebildiler. İkinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi proleter enternasyonalist bir pozisyon aldılar. Konsey komünizmine dayanan grup ve bireyler arasında tablo çok çeşitlidir. Council Communist Collective (CCC) grubunun, 1945’ten günümüze kadar olan dönemin analizi bir yana, savaşa ilişkin hiçbir pozisyonu bilinmemektedir. CCC’nin “Giriş” olarak sunduğu şey, en iyi ihtimalle, kendisini burjuvazinin sol kanadının ideolojilerinden henüz ayırmamış bir tartışma grubunun temel pozisyonlarına bir giriş niteliğindedir.
Bugünkü küçük konsey komünist ortamının karakteristik teorik zayıflığı, İtalyan Solu içindeki grupların teorik tutuculuğu ve sekter pratiklerinde karşıtını bulmaktadır.
Küçük örgütlerin fosilleşmesi ve gerektiğinde ve mümkün olduğunda tartışmayı ve işbirliği yapmayı sekter bir şekilde reddetmeleri, öncüllerinin İtalya, Almanya veya İspanya’daki belirli ve sınırlı proleter deneyimlerden çıkardığı dersleri sürdürme isteklerinin karşılığıdır. Ya da sadece dersler olduğuna inandıkları şeylere, yanlış önermelere dayanıyor olabilecek bir inanca. Kim bilir? Sadece radikal bir tartışma ve 1917-1923’ten daha yüksek bir düzeyde gelecekteki tarihsel deneyim gösterecektir.
Aynı durum Komintern’in belirli kongrelerde aldığı pozisyonlar için de geçerlidir. Komintern’in sosyal demokrat taktiklerden kopuşu, kısmen teorinin emperyalizm gerçeğine kaçınılmaz gecikmesi, kısmen de Rus partisinin etkisi altında, bir yönetim partisi haline gelmesi ve ulusal sermayenin çıkarlarını ifade etmesi nedeniyle tamamlanamamıştır.
Komünist sol içindeki tartışmalarda konsey komünizmi, kitlesel grev tartışmalarından, Pannekoek’un Birinci Dünya Savaşı’nda önerdiği “yeni taktiklerden” ve kapitalizmin çöküşüne dair her türlü teorinin eleştirisinden kaynaklanan pozisyonlar alabilir. KAPD Komintern’de daha radikal bir pozisyon aldı ve bu nedenle dışarı atıldı, Bordiga ise genel kurulda Stalin’le yüzleşmesine göz yumulacak kadar kalabildi. İtalyan solu, İtalya’da faşizmin erken zaferiyle karşı karşıya kaldı. Almanya’da burjuvazi, ancak güçlü proletaryasını fiziksel olarak yenilgiye uğrattıktan (1923) ve karşıdevrimci burjuva demokratik güçler ve Alman milliyetçiliğinde NDSAP ile yarışan bir KPD ile “anti-faşist” cephe tarafından daha derin bir ideolojik yenilgiye uğrattıktan sonra 1933’te Hitler’i iktidara getirebildi.
Uluslararası Komünist Sol Grupları Arasında Tartışma ve İşbirliği
Hollanda-Almanya Komünist Solu ve İtalyan Komünist Solu tarafından alınan farklı pozisyonlar ve çıkarılan dersler üzerine temel bir tartışmada, yukarıda kabaca tarif edilen tarihsel ve bölgesel farklılıklar göz önünde bulundurulmalıdır. Açıklığa kavuşturmanın ikinci bir önkoşulu, tüm anlaşmazlıkların teoride çözülemeyeceğinin ve kalan soruların tarih karar verene kadar, yani proleter mücadelenin 1917-1923’tekiyle aynı düzeye veya daha yüksek yeni bir dalgaya yeniden yükseleceği zamana kadar açık kalması gerektiğinin anlaşılmasıdır.
Bu anlamda, konsey komünistleri ve İtalyan solunun destekçileri, pozisyonlarını daha büyük bir örgütlenme içinde, nihayetinde tek bir Dünya Komünist Partisi içinde savunma hakkını ve görevini talep etmelidir. Eğer bu mümkün değilse, ayrı kalmalı ve nihayetinde birkaç Partiye yol açmalıdırlar. Elbette ilk olasılık en arzu edilenidir ve komünistler bunu sonuna kadar desteklemelidir. Ancak şu anda, Sol Komünizmin her türüne dayanan gruplar içinde tartışmaya ve işbirliğine açık olduklarına dair hiçbir işaret yoktur. Daha önceki bir çaba için Uluslararası Komünist Sol Konferansları: 1977-1980’e bakınız. Sekterlik muhtemelen ancak öngörülemeyen uzak bir gelecekte kitlesel sınıf mücadelesinin baskısı altında aşılacaktır.
Uluslararası Komünist Sol’un tarihinden aşağıdaki öncelikleri tespit edebiliriz:
Emperyalizm, ulusal (“kurtuluş”) savaşları ve proleter enternasyonalizmi konusu, Ukrayna savaşını ve ABD ile Çin arasındaki büyük ölçekli çatışma hazırlıklarını göz önünde bulundurarak bir numaralı öncelik olmalıdır. Burjuva solunun savaşa katılımından kopmak gerekiyor.
Proleter kitle ve azınlık örgütlerinin mücadele ve sınıf bilinciyle nasıl geliştiğini anlamak, komünistler ve tarihsel materyalistler olarak işlev ve görevlerimizin temelidir. Hem partinin reddi hem de partinin sınıfın yerine geçmesi yanlıştır.
Ücret mücadelelerinin nasıl devrimci mücadelelere dönüşebileceğini netleştirmek reformizme ve maksimalizme düşmememize yardımcı olacaktır. Bu konulardaki netlik, işçi mücadelesinin çeşitli aşamalarına katılımımızı daha somut olarak anlamamıza yardımcı olacaktır.
Rusya ve Almanya’daki devrimlerin ve 1936’da İspanya’daki sınıf mücadelesinin derslerini ve sınırlarını öğrenmek, sınıfımızın geçmiş devrimci dalganın yerini nasıl alabileceğini anlamamıza yardımcı olacaktır.
İki metin proleter devrimin biçimlerinden çok içeriğine odaklanmaktadır: Genel kabul gören Gotha Programının Eleştirisi ve daha az kabul gören Komünist Üretim ve Dağıtımın Temel İlkeleri. Her ikisi de dünyanın herhangi bir bölgesinde başarılı bir proleter devrimin hemen ardından ortaya çıkacak temel soruları yanıtlamaktadır. Komünistler olarak bunu anlayacak tek kişiler bizleriz. Hazırlıklı olmalıyız.
Daha spesifik olarak, CCC gibi bir tartışma grubu için yukarıdaki beş konuyu ele almanın yolu, tarihsel Komünist Sol’un pozisyonlarını bir bütün olarak incelemektir. Bu teorik pozisyonlar, akademizmden kaçınmak için geçmiş ve mevcut sınıf mücadelesi bağlamında tartışılmalıdır.
Sonuçları yayınlanmalı ve mümkün olan yerlerde işçilerin mücadelesinde anlaşılır bir şekilde öne çıkarılmalıdır.
Diğer proleter enternasyonalist gruplarla tartışma ve işbirliği kaçınılmazdır. Kaçınılmaz görüş ayrılıkları arasında, tarihin açıklığa kavuşturduğu sorularla, çözümü ancak proleter mücadelenin 1917-1923’e eşit, hatta onu aşan bir canlanma göstermesiyle netleşecek olan sorular arasında ayrım yapmak esastır.
Konsey komünizmi, 1917-1923 döneminin tarihsel derslerini sınıf mücadelesine karşı sınama çabasının bir parçası olarak uluslararası işçi sınıfı için yeniden canlanmalıdır.
Fredo Corvo
17.06.2023